16 Haziran 2009 Salı

“Ormanlarda ve sularda sarmalanmış biçimler,
Parlak oğullar ,göz alıcı kızlar verdi.”

Gabriel Rosetti, “Eden Bower”





TÜM DÜNYANIN PİÇİ



Karanlık bir Kasım akşamıydı. Gözlerimin içine bakan adamı tanıyordum. Yıllar önce, şimdi hayatımın bütün köşelerine ve deliklerine sızmış olan kederi armağan etmişti bana. Ona bakıyordum. Sert rüzgarın savurduğu kar taneleri yüzüne çarpıyordu. Gözlerinin altında uykusuzluktan ya da dün gece alınan alkolden kalma mor renkli torbalar birikmişti. Ona bakıyordum. Yüzüne tükürüp küfür etmek istedim.. Sıcak kestane, sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için birbirlerine sokularak bekleşen ümitsiz orospular, bağırarak gazete satan çocuklar ve bağrışarak tramvayın peşi sıra koşan sokak çocukları; bütün dünyanın piçleri...Puslu ve karamsar bir Kasım akşamının bütün oyuncuları orada toplanmış sıralarının gelmesini bekliyorlardı.
Karanlık bir Kasım akşamıydı. Gözlerimin içine bakan kadını tanıyordum. Yıllar önce gri gözlü adamın gözleriyle aynı renk olan kalbine girmişti; işin hazin tarafı bu da değildi üstelik; çünkü benim –daha az vicdan azabı renginde olmayan- kalbim de onun yuvası olmuştu. Ona bakıyordum. Sert rüzgarın savurduğu kızıl saçları, sınırları yeryüzü topraklarında olmayan vatanımın bayrağıydı sanki. Sırf adamın kalbi daha az acısın diye ona aşık olmak isterdim. Daha da iyisi eğer ona aşık olsaydım kadının yanaklarından süzülen yaşları sonsuza dek göremeyecekti kimse..Ama şimdi görüyorlardı... Sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için birbirlerine sokularak bekleşen ümitsiz orospular, bağırarak gazete satan çocuklar ve bağrışarak tramvayın peşi sıra koşan sokak çocukları; bütün dünyanın piçleri....Bu Puslu ve karamsar Kasım akşamının başrol oyuncularından birisinin, o ilahi ressamın fazla mesai harcayıp masmavi fırçasıyla boyadığı enfes gözlerinden akan yaşları izliyorlardı...
Karanlık bir Kasım akşamıydı...Aynadaki adamı tanıyordum. Her sabah benden bir şeyler bekliyordu gözleri. Dudakları kıpırdamasa da söyledikleri kulaklarımı dolduruyordu bütün gün. Ona bakıyordum. Onun söylediklerini başkaları da söylemişti daha önce...” Elinden tut “ demişlerdi, “...Onu Singapur’a götür”...” Onu her şeyden uzakta, sağanak yağmurun ve kalpleri ısıtan güneşin ve denizin kesiştiği noktada....dilediğin gibi sev...çünkü...ona...”..Şimdi sert rüzgarın savurduğu sert duygular konfetiler gibi etrafımda uçuşuyordu. “Hiçbir zaman dinlemek istemedin....çünkü..ona..deliler gibi aşıksın”
Karamsar bir Kasım akşamı...yanaklarını ıslatan gözyaşlarını defalarca gördüm...benim de içimden aktılar kabul etmeliyim...O kahrolasıca herif olmasaydı her şey başka türlü olabilirdi..Beraber dünyanın öbür ucuna giderdik... Kalbimin sana ait olduğunu bilmemeli...Kendi kendini inandırdığı bu şey, onu yaşatıyor, ayakta kalmalı...Bütün oyuncular –ben hariç- şimdi burada kalmalı... sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için birbirlerine sokularak bekleşen ümitsiz orospular, bağırarak gazete satan çocuklar ve bağrışarak tramvayın peşi sıra koşan sokak çocukları; bütün dünyanın piçleri...herkes burada, imkansız aşkının imkansızlığının sonsuza dek kesinleştiğinin farkına varan kadın ve buna sevinen adam –çünkü onun için aynı film sondan başa doğru oynuyor- karamsar bir Kasım akşamında bu adamın gidişini izliyorlar...ve perde!

Emir Benderlioğlu 9 Ocak 2008

Tüm Dünyanın Piçi

“Ormanlarda ve sularda sarmalanmış biçimler,

Parlak oğullar ,göz alıcı kızlar verdi.”

Gabriel Rosetti, “Eden Bower

TÜM DÜNYANIN PİÇİ

Karanlık bir Kasım akşamıydı. Gözlerimin içine bakan adamı tanıyordum. Yıllar önce, şimdi hayatımın bütün köşelerine ve deliklerine sızmış olan kederi armağan etmişti bana. Ona bakıyordum. Sert rüzgarın savurduğu kar taneleri yüzüne çarpıyordu. Gözlerinin altında uykusuzluktan ya da dün gece alınan alkolden kalma mor renkli torbalar birikmişti. Ona bakıyordum. Yüzüne tükürüp küfür etmek istedim.. Sıcak kestane, sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için birbirlerine sokularak bekleşen ümitsiz orospular, bağırarak gazete satan çocuklar ve bağrışarak tramvayın peşi sıra koşan sokak çocukları; bütün dünyanın piçleri...Puslu ve karamsar bir Kasım akşamının bütün oyuncuları orada toplanmış sıralarının gelmesini bekliyorlardı.

Karanlık bir Kasım akşamıydı. Gözlerimin içine bakan kadını tanıyordum. Yıllar önce gri gözlü adamın gözleriyle aynı renk olan kalbine girmişti; işin hazin tarafı bu da değildi üstelik; çünkü benim –daha az vicdan azabı renginde olmayan- kalbim de onun yuvası olmuştu. Ona bakıyordum. Sert rüzgarın savurduğu kızıl saçları, sınırları yeryüzü topraklarında olmayan vatanımın bayrağıydı sanki. Sırf adamın kalbi daha az acısın diye ona aşık olmak isterdim. Daha da iyisi eğer ona aşık olsaydım kadının yanaklarından süzülen yaşları sonsuza dek göremeyecekti kimse..Ama şimdi görüyorlardı... Sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için birbirlerine sokularak bekleşen ümitsiz orospular, bağırarak gazete satan çocuklar ve bağrışarak tramvayın peşi sıra koşan sokak çocukları; bütün dünyanın piçleri....Bu Puslu ve karamsar Kasım akşamının başrol oyuncularından birisinin, o ilahi ressamın fazla mesai harcayıp masmavi fırçasıyla boyadığı enfes gözlerinden akan yaşları izliyorlardı...

Karanlık bir Kasım akşamıydı...Aynadaki adamı tanıyordum. Her sabah benden bir şeyler bekliyordu gözleri. Dudakları kıpırdamasa da söyledikleri kulaklarımı dolduruyordu bütün gün. Ona bakıyordum. Onun söylediklerini başkaları da söylemişti daha önce...” Elinden tut “ demişlerdi, “...Onu Singapur’a götür”...” Onu her şeyden uzakta, sağanak yağmurun ve kalpleri ısıtan güneşin ve denizin kesiştiği noktada....dilediğin gibi sev...çünkü...ona...”..Şimdi sert rüzgarın savurduğu sert duygular konfetiler gibi etrafımda uçuşuyordu. “Hiçbir zaman dinlemek istemedin....çünkü..ona..deliler gibi aşıksın”

Karamsar bir Kasım akşamı...yanaklarını ıslatan gözyaşlarını defalarca gördüm...benim de içimden aktılar kabul etmeliyim...O kahrolasıca herif olmasaydı her şey başka türlü olabilirdi..Beraber dünyanın öbür ucuna giderdik... Kalbimin sana ait olduğunu bilmemeli...Kendi kendini inandırdığı bu şey, onu yaşatıyor, ayakta kalmalı...Bütün oyuncular –ben hariç- şimdi burada kalmalı... sokak köpekleri, sıvası dökülmüş duvarın önünde soğuktan donmamak için birbirlerine sokularak bekleşen ümitsiz orospular, bağırarak gazete satan çocuklar ve bağrışarak tramvayın peşi sıra koşan sokak çocukları; bütün dünyanın piçleri...herkes burada, imkansız aşkının imkansızlığının sonsuza dek kesinleştiğinin farkına varan kadın ve buna sevinen adam –çünkü onun için aynı film sondan başa doğru oynuyor- karamsar bir Kasım akşamında bu adamın gidişini izliyorlar...ve perde!

Emir Benderlioğlu 9 Ocak 2008